Sovyetler Birliğinin Yıkılma Süreci

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Rus Çarlığı’nın 1917’deki Büyük Ekim Devrimi’yle yıkılmasından sonra aynı topraklar üzerinde kurulan ve 1991’e kadar varlığını koruyan bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali ile uygulamaya konan Sovyet sosyalist sistem ise özellikle II.Dünya Savaşından sonra etkisini arttırdığı tüm Doğu Blok ülkelerinde ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel yapılarında köklü değişiklikler getirmiş ve 1991 yılında çökmüştür.

Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu dünyasında Doğu Bloğunun lideri olan SSCB’nin ABD ile giriştiği üstünlük mücadelesinde değişen dünya şartlarına ayak uyduramaması, iki kutuplu dünyada bir tarafta ekonomide özel mülkiyet ve özel sektör ile liberalizmi savunan hür dünya ülkeleri yer alırken; diğer tarafta, kamu mülkiyeti ve merkezî planlamaya dayanan sosyalizmi savunan Doğu Blok ülkeleri arasındaki rekabette Sovyetler Birliği özellikle 80’li yılların sonlarında yenik düşerek dağılma sürecine girmiştir.

Sosyalist devlet sistemini benimseyen Sovyetler Birliği, ekonomik faaliyetlerin en güçlü kaynağı olan özel mülkiyet, özel sektör, miras ve kâr sistemini reddetmiştir Dışa kapalı ve rekabetten yoksun bir yapı içinde oluşan  Sovyet ekonomisi, rekabet gücünü kaybetmiştir ve bu sebeplerden dolayı yıkılış sürecini hızlandırmıştır.Sovyetler Birliği’nde ağır şartlarda uygulama imkânı bulan sosyalist sistem, çok ağır insanî ve iktisadî bedellere karşılık yalnızca ağır sanayide ve sosyal güvenlik sisteminde başarılı olabilmiştir.

Ekonominin merkezî planlamayla yönlendirilmesi başarılı olmamıştır. ABD ile girişilen silahlanma yarışı ekonomik yatırımları olumsuz etkilemiş, tarım sektöründe ve tüketim malları üretiminde yetersiz kalmıştır. Sosyalizm, sanayi toplumu aşamasında iken, verimliliğin ön plana çıktığı dünya şartlarında tıkanıp kalmış; uzay yarışına katılan bir devletin insanları, dünya standartların altında bir yaşam seviyesine mahrum kalmıştır.

Totaliter yönetimi benimseyen Sovyetler Birliği’nde, ferdî düşünme ve inisiyatif ile temel insan hak ve hürriyetleri ise tamamen ortadan kaldırılmış ve değişen dünya şartlarına ayak uyduramamıştır.

Sosyalist sistemin en büyük zaafı ise liberalizmin aksine insanı sadece maddî bir varlık ve sıradan bir üretim faktörü olarak ele almıştır. Uygulamış olduğu politikaları ise zor ve baskı yöntemi ile uygulaması Sovyetler Birliği’ne ve rejime olan tepkiyi arttırmıştır.

Bu tepkilere karşı koymak için Kruşçev zamanında totaliter kontrol sisteminden idarî tedbirlere geçilmesi, böylece zora başvurma imkânının ortadan kalkmasıyla birlikte dayandığı iki temeli de kaybeden sistem yıkılmış ve geride bıraktığı büyük bir enkaz, boşa çıkan ümitler, karşılığı elde edilemeyen maddî ve manevî fedakârlıklar ve hayal kırıklığı ile tarihin derinliklerine gömülmüştür. [1]

Sosyalist sistemin en somut örneği, büyük ekonomik, sosyal ve siyasî problemlerle boğuşmakta olan Rusya’da, bu ortamdan beslenen Bolşeviklerin  gerçekleştirdiği 1917 Sovyet Devrimi’nden sonra görülmüştür.

Lenin’in başında bulunduğu yeni hükümet derhal iki kararname çıkardı. Bunlardan birisi toprak mülkiyetinin kaldırıldığına, diğeri de sulh görüşmelerine başlamak lâzım geldiğine mütedair idi. Hükümet siyasî ve iktisadî işlerini yoluna koyabilmek için serbest kalmak istiyordu.[2]

Sovyet yönetimi işe başlar başlamaz kamulaştırma yöntemini uygulamış ve tüm toprakları köylülere dağıtmıştır. Ticaretteki gizlilik ortadan kalkmış ve devletleştirme sistemi özel bankalar nezdinde uygulanarak tüm özel bankalar devleştirilmiştir. Devlet içinde muhalif hareketlerin önü kesilmeye çalışılmış ve tüm muhalifler özel birlikler sayesinde etkisiz hale getirilmiştir.

1921 yılında ise tüm bu baskı ve kontrole rağmen Sovyet yönetimi Mart 1921’de stratejik bir geri adım olarak Yeni Ekonomi Politikası (NEP: Novaya Ekonomiçeskaya Politika: New Economic Policy) kabul edilmiştir. [3] Bu politika ile Rus ekonomisini çöküşten kurtarmak amacıyla Lenin tarafından ortaya koyulmuştur.

1924 yılında iktidara geçen Stalin ise Yeni Ekonomi Politikasından vazgeçerek, yeniden sola dönüş hareketi başlatmış ve köklü ve baskıcı rejim uygulamalarına devam etmiştir. İktisadi büyümenin diktatörlükle yürütüleceği bir döneme girilmiş ve baskı yönetiminin etkisi artmaya başlamıştır. Sadece iktisadi anlamda değil toplumsal yaşamın her kademesinde devletin baskısı hissedilmeye başlanmıştır.

Uygulanan Beş Yıllık Planlar genellikle öngördükleri hedeflerin gerisinde kalmakla birlikte, SSCB’yi bir sanayi ülkesine dönüştürmek suretiyle amacına ulaşmıştır. Toprakların kamulaştırılması, ürünü düşük fiyatla alıp tüketiciye yüksek fiyatla satarak ağır sanayinin finansmanını sağlamak gibi pragmatik bir amaçla gerçekleştirilmiştir. Tarım kesiminde hızla gerçekleştirilen bu kamu mülkiyeti, sosyalist sistemin kuruluşu yolunda atılmış en önemli adımlardan birini teşkil etmiştir.

Stalin döneminde hayatın her alanında totaliter bir yapı hâkim olmuş, bireylerin hak ve özgürlükleri devamlı surette devletin sınırlamaları içinde kalmıştır. Bu dönemde uygulanan sola dönüş, diplomatik sahada da dışa kapanmayı getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı devlet sistemlerinde büyük bir değişikliğe sebep olmuş ve SSCB savaştan ABD’ye rakip ikinci büyük güç olarak çıkmıştır. Sanayi’de yapılan çalışmalar ve yatırımlar ile SSCB’nin süper güç olmasını sağlamıştır.

Sovyetler Birliği sanayide kazanmış olduğu bu başarıyı diğer sektörlere yansıtamamıştır. Dünyanın ikinci büyük askerî gücüne sahip olduğu halde, Adolf Hitler’in deyişiyle, “Makine ve top yağı üreten, ancak tereyağı üretemeyen” bir harp devleti haline gelmiştir.[4]

Stalin’in ölümü üzerine 1953’te iktidarı ele geçiren Kruşçev, uygulamış olduğu tarım projeleriyle iktidarını güçlendirmiş, şiddet yöntemlerini eleştirerek Stalin’in geçmiş dönem politikalarından kurtulma yollarına başvurmuştur. Savaşların kaçınılmazlığı görüşünü terk ederek ‘Barış İçinde Bir Arada Yaşama’ tezini ortaya koymuştur.[5]

Uygulanan tüm bu politikalar ise ekonomideki başarısızlığa çare olamamış ve  Kruşçev’in iktidarını sona erdirmiştir.Ekim 1964’te Kruşçev’in yerine geçen Brejnev döneminde tarımda olumlu gelişmeler sağlanmış, sanayide teknolojileri yenilemeye yönelik programlar uygulanmaya başlanmıştır.

1971’den sonra Batıya karşı sistemli bir yumuşama (detant) politikası uygulamaya başlamıştır. Bu politikayla birlikte Batıyla ticarî ilişkiler gelişirken, teknoloji ithalatı hız kazanmış, ekonomik büyüme hızı yükselmiştir. Bu gelişmeler ülkede refah artışını getirmiş, SSCB’nin dış itibarı da yükselmiştir. Fakat bu dönemde  Sovyetler Birliği, istihdam fazlalığı, bütçe açıkları, piyasada durgunluk, gibi sorunlarla mücadele etmeye devam etmiştir.

Brejnev’den sonra Andropov ve Çernenko başkanlığa geçmiş fakat uyguladıkları politika yetersiz kalmıştır.

Çernenko’nun da Mart 1985’te ölmesiyle yönetime geçen son SSCB lideri Mihail Gorbaçov, ekonominin temel probleminin merkezî ve katı bir planlamadan kaynaklandığını tesbit etmiştir.[6] Siyasi reformlarla sovyetlerin (yerel ve ulusal meclisler) yetkisi arttırılırken, daha önce izlenen liberalleşme politikası ile artan ulusal ve toplumsal canlanmanın bu yolla sistemle bütünleştirileceği ve sovyetlerin partiden boşalan denetleme işlevini üstlenerek bürokrasiyi dengeleyecek bir güç merkezi haline geleceği düşünülmüştür. [7]

Dünyaya kapalı kalmasının bir sonucu olarak çağ dışı kalan ve hantallaşan sistemin ve toplum hayatında yaşanan durgunluğun ancak köklü hamlelerle çözülebileceği kanaatini taşıyan Gorbaçov, Şubat 1986’da Perestroika (Yeniden Yapılanma) ve Glastnost (Açıklık) politikalarının kabul edilmesini sağlamıştır.

Gorbaçov’un siyasal reformlar ve açıklık (glasnost) politikasıyla yeniden yapılandırmanın (perestroyka) önündeki bürokratik direnci kırıp reformlar için halk desteği sağlama düşüncesi, neticede kontrolü kaybetmesine, devlet otoritesinin çözülmesine ve sistemin çöküşüne yol açmıştır. [8]

Devlet işletmelerinin merkezî sisteme bağlılığına son verilmiştir. Bundan böyle kâra geçmeleri amaçlanan bu kuruluşların söz konusu politikalar sayesinde artık yatırımlarını kendi kaynakları ile finanse etmeleri, borçlarını zamanında ödemeleri, işsizliğe yol açacağı gerekçesiyle o zamana kadar hep engellenmiş olan ileri teknolojiyi kullanmaları, reklam yapabilmeleri, kısmen de olsa fiyatları kendilerinin ayarlayabilmeleri, ithalat ve ihracat faaliyetlerinde bulunabilmeleri beklenmiştir.

Mart 1990’da Gorbaçov’un gücünü arttıracak ve Rus hâkimiyetini devam ettirecek olan Başkanlık sistemi kabul edilmiştir. 5 Şubat 1991’de partinin iktidar tekeline de son verilmesinden sonra, 19 Ağustos 1991’deki Komünist darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla Komünist Parti Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından kapatılmıştır. SSCB’yi oluşturan cumhuriyetlerin 21 Aralık 1991 tarihinde Alma-Ata’da yapılan zirve toplantısında Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) resmen ilân etmeleriyle bu imparatorluk resmen dağılmıştır

3. Sistemin Çöküş Sebepleri

Sovyet sosyalist sistemi, hem kendi içinden kaynaklanan hem sistem dışından kaynaklanan çok sayıda sebeplerin bir araya gelmesiyle çökmüştür. Bu sebepler ekonomik, sosyal, kültürel, siyasî ve askerî olmak üzere hayatın bütün yönlerini ilgilendirmektedir

Kapitalizme tepki olarak ortaya çıkan sosyalizm insanlara umut ışığı olmuş ve kapitalizmin bireyler arasındaki eşitsizliğine çare olarak görülmüştür.

Piyasa kurallarının tanınmaması, fertlerin teşebbüs hürriyetinin ortadan kaldırılması dağılmanın ekonomik nedenleri arasında ilk sıralarda yer alır. Ayrıca sosyalist ekonominin merkezî planlamaya dayanması ve  devletin dışa kapanma politikası dağılmayı hızlandıran en önemli nedenlerdendir.

Yer altı ve yerüstü zenginlikleri, eğitilmiş işgücü ve sermayeye sahip olmasına rağmen, bu ülkede bu kaynakları bir araya getirecek olan müteşebbislere hayat hakkının tanınmaması sebebiyle toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler arzu edilen miktar ve kalitede üretilememiş, yeni ürün ve üretim teknikleri geliştirilememiş, elde edilecek kâr ile yeni yatırımlara gidilememiş; sonunda, bunları başaran hür dünya ülkeleri karşısında yıkılıp gitmekten kurtulamamıştır.

Özellikle bireyler, devlet mekanizması tarafından sindirilmiş ve tamamen devlete bağımlı hale getirilmiştir. Bu durum ise bireylerin devletin köle olmasına neden olmuş ve hak ve özgürlüklerinden yararlanması kısıtlanmıştır. Rekabetin olmayışı ise , fiyatların düşük ve düşük kalitede mal üretimine yol açmıştır.

Kamu mülkiyetinin önemini her fırsatta vurgulan Sovyet yönetimi, ekonomik faaliyetleri merkezî otoritenin kontrolü altına alarak, planlı uygulamaya geçmiştir. Bu durum dengeli bir iktisadî gelişmenin sağlanması için değil, sanayileşme faaliyetlerini en iyi biçimde örgütlemek amacıyla getirilmiştir

SSCB’nin iktisadî büyümesindeki düşüşünün en önemli sebeplerinden birini, bu dev ülkenin merkezî planlama ile yönetilmesi teşkil etmiştir. Malın kalitesinden ziyade miktarı önemli olduğu için rekabet koşullarına ayak uyduramamıştır. Kararların merkezi ekonomi niteliğinde alınması sebebiyle özel sektör gelişme imkanı bulamamıştır.

Sovyetler Birliği, sosyalist sistemi yerleştirebilmek için baskı yolunu tercih etmiştir. Bu durum ise  politik hayatta Totaliter bir yönetim şeklini ve ekonomide de tekelciliği getirmiştir

Rekabet bulunmadığından devletin 1970’te ürettiği mal ‘80’lere kadar aynı teknoloji ve aynı üretim modeliyle üretilmiş, ilerleyen ve sürekli yenilenen teknoloji takip edilememiştir.5 Bütün üretim araçlarının ve işyerlerinin devlete ait olduğu ve yönetimin merkezî olduğu bu sistemde insanların ekonomiye katkısı sadece bir üretim faktörü olmaktan ibaret kalmıştır

SSCB dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip bir ülkedir. Rekabetin de olmaması sebebiyle bu zengin kaynaklar ekonomik kullanılmamıştır. Önemli hatalardan biri de, aşırı istihdam politikası olmuştur. Dışa kapalı olduğundan dünyadaki gelişmeleri yakından izleme imkanına sahip olamamıştır.

1980’lerin sonlarında artık devlet uyguladığı politikaların geçersizliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Askerî harcamaların  Sovyetler Birliği’nin çöküşünde önemli rol oynamıştır.SSCB’nin bütün gücünü ve imkanlarını askerî sahada kullanması, halkın gerçek refahını sağlayacak ekonomik yatırımların geri planda kalmasına yol açmıştır.

Sovyet sisteminde basın-yayın devlet tekelinde tutulmuş, radyo ve televizyon yayınları parti ve devlet yönetimine verilmiştir. Sovyet kültür politikası, siyasî, ideolojik ve bilimsel yayınların geniş kitlelere ulaştırma ilkesine dayanmıştır. dünya ile sosyalist ülkeler arasına demir bir perde çekilmiştir.

SONUÇ

Uygulanan politikalar arasındaki kopukluk, ekonomik ve toplumsal hayatta belirsizliğe sebep olurken ihmal edilen sorunlar, doğru işlemeyen siyaset mühendisliği geleceğe yönelik yapısal zıtlıklar devrettirmiştir. İşte bu yüzden sistemin rehabilitasyonu amacıyla yola çıkan Perestroyka, sadece cari dönemin sorunlarıyla değil sistemin özünde barınan sorunlarla da mücadele etme gerçekliğiyle yüz yüze kalarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır.[9]


[1] İsmail Özsoy, ” Sovyet Sisteminin Çöküşünden Tarihî ve Evrensel Dersler ” , “Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi” , 2006 , S.39, s.165.

[2] Ülker Gürkan, “S.S.C.B. Siyasi Rejiminin Ana Hatları”, ” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi “ , 1964,  C.21, S.1,  s.161.

[3] Özsoy, s.166.

[4] Özsoy, s.168.

[5] Özsoy, s. 168 .

[6] Özsoy, s. 170.

[7] Natig Abdullayev – Fikret Elma, “Sovyetler Birliğinde Reform Sürecinin Başlangıcı ve Gorbaçov Dönemi”, “Journal of Qafqaz University”, 2009, S.26 , s. 84

[8] Abdullayev- Elma, S.71.

[9] Natig ABDULLAYEV, “Rusya’da Sosyalizmin Kurulma Sorunsalı veya Sonun Başlangıcına Bakış”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi (UHP), Cilt: 3, Sayı: 11, 2007, ss. 53-70.

Etiketler: , ,

Benzer Yazılar

Yazar:
Önceki Yazılar Sonraki Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

0 paylaşım